13 Eylül 2014 Cumartesi

Bir gün ben İsviçre'deyken.. Şavşat - Artvin (2.gün)

Başlık abartma değil, Artvin'i küçümsemek ya da İsviçre'yi büyütmek için söylemiyorum, ama hepimizin gözünde İsviçre imgesi, yüksek dağlar, yemyeşil vadiler, eski korunmuş tablo gibi evler ve önlerinde çiçekleri. Şavşat'da bu dediklerimi çoklukla bir arada görebiliyorsunuz. Muhteşem bir doğa parçası.



Maçahel'den çıktıktan sonra seyahatin 2. günü bu sefer Borçka'ya giden yol açıktı, manzara muhteşemdi, güneş pırıl pırıl, gökyüzünde nefis bulutlar, bir gün önceki siste eser yoktu. Bolca fotoğraf çektik,



Bazıları:







Tekrar Borçka üzerinden bu sefer Hopa yönüne değil de Artvin yönüne saptık. Geniş, modern bir yol, eski zamanlarda Artvin'e giden yolların çok dar olduğu, otobüslerin bir tekerlerinin uçurumun açığından döndüğü efsanesinin geçmişte kaldığını gösterdi. Çoşkun Çoruh'a ilk dizgin Borçka'da vurulmuş, dev bir baraj, barajın yanında set set yapılmış toprak yollar ve baraj inşaatı için, son derece çirkin bir görüntü, birden şoka uğruyorsunuz, vadei genişlemiş neredeyse hissi geliyor üzerinize. Doğa küsmüş, yine yeşil ama Hopa'dan gelirken olduğu ya da Maçahel'deki gibi değil.

Artvin'e de uğruyoruz. Çoruh kıyısında modern (ve çirkin) binalar ve bir alışveriş merkezi, ve Çoruh üzerindeki ikinci baraj var. Yol yukarı kıvrıla kıvrıla gidiyor, anacaddesi bu şehrin. Ta, tepeye kadar çıkıp bir restoran arıyoruz. Tr,ipadvisor'da gördüklerimiz işe yaramaz, en tepede manzaralı yerler var. Kafkasör tabelasını görünce oraya bulunan tesislere gidelim diyoruz, ancak tesis pek hoşumuza gitmiyor. Tepeye çıktıkça doğa güzelleşiyor. Artvin, dağ üzerine kurulmuş olmanın verdiği şirinlik yanında çirkin (ya da özelliği olmayan) bir şehir, daha doğrusu kasaba (27 bin nüfusu varmış). Tepede manzaralı bir yerde köfte pirzola yiyor ve Şavşat'a devam ediyoruz. Yine güzel bir yol, çift şerit. Ardanuç sapağına kadar, sonra bir vadiye giriyoruz. Doğa yine değişiyor, yine yeşillik ama yine daha çorak görünümlü. Vadinin bir tarafı daha yeşil aslında. Şavşat da böyle mi olacak derken şirin Şavşat'a geliyoruz. Sevgili amcam, belki de 40 yıl önce kaymakamlık yapmış burada, içinde fazla durmadan Karagöl'e gitmek istiyoruz hava 1 saat önce kararıyor çünkü burada. iPhone googlemaps'in bizi götürdüğü yolu takip ediyoruz muhteşem manzaralar eşliğinde.










Googlemaps bizi uzun (ve stabilize) bir yoldan da olsa götürüyor Karagöl'e. Akşamüstü gölü görünce büyüleniyoruz. Muhteşem yemyeşil bir örtünün içerisinde harika bir yer. Biraz kalabalık ve gürültülü hafta ortası olmasına rağmen. Ama önemli değil, akşam boşalacak ve biz orada geceleyeceğiz nasıl olsa diye avunuyoruz. Sen öyle san, meğer booking'den (http://www.booking.com/hotel/tr/karagol-tugra-motel.tr.html) rezervasyon yaparken göl manzaralı odalar kalmadı diye seçtiğimiz göl maznaralı olmayan odalar, parkın 5-6 km dışında bir köyde ahşap bir pansiyondaymış. Vasat ve temiz gözükmeyen bir oda, çok ilgili görünen, ama samimiyet ile laubalilik çizgisini ikincisi lehine geçen bir tesis yöneticisi, bize "zaten bütün vaktiniz burada geçecek" diyor, halbuki ben sabah erken kalkıp göz etrefında yürüyüş yaoacağım. Hayaller suya düşüyor, odaya eşyaları bırakıyoruz, dört kişi oda kahvaltı 55 euro, görünüşte çok ucuz ama o bile etmez. Veliköy'de tesislerde kalıp buraya gelmek daha akıl karı, ordaki tesisleri görmeden söylüyorum.
Akşam yemek fiyatı oldukça pahalı, iki köfte, bir alabalık ve et soteye, içki yok, sadece su ve ayran, 130 tl ödüyoruz.
Neyse, yürüyüş ve güzel doğa unutturuyor bunları. Fotoğraflar;










Kahvaltıyı ettikten sonra yola koyuluyoruz, Devamı bir sonraki yazıda 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder